Iste boyle geldik Kota Kinabalu'ya. Burasi Borneo adasinin Malezya tarafindaki iki eyaletinden Sabah'in baskenti.Sehir oyle cok buyuk degil, yuruyerek yarim gunde heryeri gormek mumkun.
Kaldigimiz hostel harika bir yer, adi Red Palm. Bizden once uc Turk daha kalmis burada ama adllarini bilemiyorum, belki Muratlardir. Kahvalti dahil iki kisi icin 60 ringit veriyoruz. Aslinda ilk girdigimizde icerde sigara icilmedigini gordugumde epey bozulmustum, meger arkada guzel bir balkon varmis. Zamanimin cogunu orada gecirdigimi tahmin edersiniz herhalde.
Burasi ufak bir yer, yeni acilmis zaten. Odalarin ayri banyosu yok ama o kadar temiz bir yer, sahipleri de o kadar guleryuzlu ki, ortak banyolari kullanmak umurumda degil. Hatta banyo koridorunu o kadar begendim ki, evinkini de oyle yapmayi dusunmeye basladim. Yer beyaz cakil taslariyla kapli, yurumek icin tahtalar var aralarda. Taslari falan bulurum da, banyo kapisini nasil acilir hale getiririm, onu dusunuyorum.
Dedigim gibi, balkonda epey zaman gecirdim. Internetimiz var, balkon da arkadaki, iki binanin arasindaki avluya bakiyor. Ilk sabah cok hostu, bizim caddede her pazar sabahi bir pazar kuruluyor, kalani da arkaya kurulmustu. Koylu teyzeler mallarini satiyordu.
Bir kere fena halde korktum orada. Koltuga kurulup, cayimi almisim, kitabimi okuyorum ki, kocaman bir sey cikti koseden. Dev gibi bir fare. Bos bulundum, bir ciglik attim, Ersoy, resepsiyondaki kizlar hemen kostular. Utana utana “Sadece fare” dedim, herkes guldu halime. Farecik megerse hergun oradan birkac kez gecermis. Daha sonra ben onun gelip gitmelerine cok alistim ama anlasilan bu sefer zavalli benim ciglligimdan korkmus. Ben oradayken gecememeye basladi. Ayaklarimi kaldirdim, kipirdamadan durdum rahat gecsin diye, nafile.
Bu arada ilk gordugumde dev sandigim farenin sadece yirmi santim oldugunu da utancla farkettim.
Burada ilk birkac gunumuz ortalarda dolanarak gecti. Ilk gun Mabau'dan arkadaslarimiz Hannah ve Martin de geldi, aksamlari onlarla takildik. Sonunda onlar Endonezya'ya dogru yola cikti, biz de gunlugu 100 ringite bir Kancil kiralayip daga dogru iki gunluk bir yolculuga ciktik.
Kancil, Proton'un bir modeli. Cok komik bir araba, minicik, motor sadece 650cc. Deposu 22 litre, fullemek de 40 ringit tuttu. Son gun 5 ringitlik daha benzin alinca, 400 kilometreden fazla yolu 15-20 liraya yapmis olduk. Eh benzinin litresi 70 kurus olunca...Ah memleketim dedim yine icimden..
Arabayla ilgili tek derdimiz milletin bana gulmesi oldu. Sofor koltugunu ne kadar geriye alsam da, binerken egilip bukulmek zorunda kaliyorum, bacaklarim zor giriyor. Hal boyle olunca da Malezyali vatandaslara fena halde espri malzemesi oldum.
Ilk gun once 150 kilometre kadar ilerdeki cay bahcelerine gittik. Gec gittigimiz icin fabrikayi gezemedik, Ersoy cok uzuldu. Cunku arada tropik bitki ortusu olmasa, yesilligiyle, tepeleriyle ayni Karadeniz.
Oradan kaplica bolgesine gittik. Yine yagmur ormaninin icinde tabii ki. Su bana biraz soguk geldi, yoksa mayom falan hepsi yanimdaydi. Zaten suya girsen de girmesen de 15 ringit giris odeniyor. Ayni bileti nasil olduysa ertesi gun Kinabalu Dagi Parki'na girerken de kullandik. Aslinda ayni gun kullanmak gerekiyormus ama adama benim bileti gosterince gecirdi bizi.
Bu arada da kaplicalara geldigimizde onu alalim, bunu birakalim derken arabanin anahtarini icerde unutup, kapadik kapilari. Al sana bela! Ben bir yandan kizip, bir yandan arabanin kapisini, camini nasil sokerim derken Ersoy hemen yandaki arabadan bizimle ayni anda inen gencleri cagirdi. Gencler nedense hic sasirmadan, fazla da dusunmeden, cikardilar bagajlarindan uzun, metal bir cetvel, bir iki denemeden sonra aciverdiler kapiyi. Bizdeki sansa bakin, o kadar insan varken tam da araba hirsizlarinin yanina dusmusuz! Nedirler bilemiyorum ama sagolsunlar. Yoksa biraz sonra baslayan yagmurda ne olurdu halimiz bilemiyorum.
Korkunc bir yagmur altinda milli park girisine dogru yola koyulduk. Bu arabayla bu yolarda hizli gitmek zaten zor, yagmur da eklenince iyice dustu hizimiz. Bahanesiyle soforlerin neden yagmur yaginca klimayi iyice actiklarini anlayip hak verdik adamlara, cam acmak falan yetmiyor, camin bugusunu temizleyen tek sey klima, baska yolu yok.
Giderken kalacak iki yerin brosuru vardi elimizde. Ilki turizm ofisinden aldigimiz Rose Garden. Gittik, oda 87 ringit, kalalim artik dedik, tam esyalari tasidik ki, sigara icilmez tabelasini gordum. Kadina nerede icebilecegimi sordugumda “Disarda” dedi, benim kafa atti. Bu havada nasil cikayim disari? Zaten yeri de pek begenmemistik, esyalari geri yukleyip ciktik oradan. Ikinci durak hostelin tavsiye ettigi D'Villa oldu. Oda fiyatini kahvalti dahil 100'den 80'e indirdiler, ben odaya bakmaya gittim. Tam suit gibi, TV, sehpa, iki koltuk banyoya da gecilen giris kisminda, dev gibi bir oda...Ama beni tavlayan balkon oldu. Karsidaki daglara ve tepeden vadiye bakiyor. Epeydir o kadar guzel bir dag manzarasi gormemistim. Ustelik tam odanin onunde araba icin ozel yer de var. Tek sorun restoranin karsida olmasi. O aksam yanimizdakilerle idare ettik.
Butun gece araliklarla firtina devam etti. Bir ara epey korktum. Gazetelerde durmadan buralardaki sellerden, heyelanlardan bahsediliyor. Hemen yakinimizdan 3000 kisi bir gun once tahliye edilmis. Yollardaki heyelanlari, temizleme calismalarini biz de gorduk zaten. Biz de tam yamactayiz, ya kalkip kendimizi vadinin dibinde bulursak diye aklimdan gecmedi degil.
Ama yagmur yagmadigi anlar muhtesemdi. Mukemmel sessizlik...Sabah kuslarin, boceklerin otusu bile o sessizlikten sonra beni epey rahatsiz etti dogrusu.
Kahvaltiyi anlatmadan gecemeyecegim, epeydir o kadar zenginini gormemistim cunku. Her yerde tost ekmegi, margarin, jolemsi bir recel ve cay ya da kahve . Burada ise yumurta, sosis, ekmek,tereyag, recel, tatli corek, domates, salatalik, portakal suyu ve cay ya da kahve. Nasil da guzel geldi ama...
Milli parkta asil girise kadar araba yolu var, isteyen patikalardan da cikabiliyor. Ama giristen sonra tek basiniza dort kilometre kadar tirmanmak da mumkun, ondan sonrasi icin 100 ringitlik izin ve rehber sart. Hava zaten keyifsiz, bulutlar asagida, manzara bile gorulmuyor. Selale manzarasina cikalim dedik, durum ayni. Biz de yavas yavas yola dustuk.
Yolda manzara yine cok guzel, ama bu sefer sisten. Dagdan inene kadar kurtulamadik. Yine de yoldaki tabelalardan birinin fotografini cekebildim. Yuz kusur kilometre yolun her tarafinda bir kilise tabelasi. Hepsi birornek ve hepsi de ayri bir aziz adina. Bunlar Cin asilli Malaylarin koyleri, misyonerler iyi calismis buralarda anlasilan. Sehre yaklasinca da “Butun Azizler” kilisesini gorunce hic sasirmadim. O kadar kilise ve azizden sonra buna koyacak baska isim kalmamis:))
Sehre dondugumuzde hazir araba varken gitmedigimiz taraflara da gidelim dedik, birsey yokmus. Kalan zamani otogara yakin bir alisveris merkezinde gecirdik. Daha dogrusu Ersoy kahve icip, internete girerek, ben ise otoparkta kitap okuyarak. Orada da sigara yasakti da...
Arabayi teslim edip, otobuse bindik.
Bu sefer fatiha yoktu ama sofor hiz ibresini kirmaya karar verdiginde, okusamiydi diye de dusunmedim degil.
Bu yolculugu hic anlatmayacagim, bir onceki yazidaki cis, durian disindaki hersey ayni.Sadece otobus biraz daha rahatti.
Ama burada bir daha asla otobuse binmemeye yemin ettim o gece.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder