Sayfalar

12 Kasım 2009 Perşembe

TUNUS-Devam

Gece tam anlamıyla donduk. Battaniye falan fayda etmedi. Epeydir bu kadar üşümemiştim, işin komik tarafı üstten değil, alttan üşümekti. Sanki betonda yatar gibi. Ersoy zaten fırladı, başka yer bulalım diye. O benden beter üşümüş gece. Ben hala iyi niyetli, sen çık ara, ben duş yapayım dedim. Yok ya, o kadar kolay değil. Azıcık suyu açtım, işin doğrusu sıcak suyu beklemedim bile, kapattım. Hani pis kalmak daha kolay geldi o an..Zaten hava buz, bekle, çantayı aç, falan filan..Üşendim.Ersoy nasılsa bir yer bulur..
Sağ üstteki bayrak sarkan açık pencere bizim odanın..

Pencereden meydan manzarası. Görülen duvar medinenin ana giriş kapısından kalan..

Hanımlar, tuvaletleri hiç sormayın. İlla oturmanız gerekiyorsa ya da azıcık titizseniz buraya gelmeyin bile. Ben?? Alışkanlık......
Ersoy biraz sonra döndü, başka bir yer bulmuş. Çantaları yüklenip, gittik. Bu sefer otelin adı Transatlantik. Ama öyle dev gibi bir şey beklemeyin. Kocaman, yüksek tavanlı bir oda. Küveti ve bidesi bile var. Ama en iyi zamanları geçeli en az elli yıl olmuş. Odadaki tek modern şey bazı fransız kanallarını bile çeken bir televizyon. Koridorlar, merdivenler güzelim çinilerle dolu. Ama dediğim gibi, elli yıl öncenin en lüks, en hoş yerlerinden biri olsa da o kadar bakımsız ki. İnsan o kadar güzel bir binanın bugünkü halini görünce üzülüyor bile. Akşam yatakta epey düşündüm, kimler gelip geçmiştir buralardan diye. Otelin o zamanki zerafetini, duruşunu..Şimdi onlardan ufacık bir iz bile yakalayabilmek için epey dikkatli bakmak gerekiyor.
Olsun, yaşanmışlıkları hissetmek yaşanamamışlıkları görmekten yeğdir.............
Bugün için program çok dolu ( Ben programlardan nefret ederim ama ah Bardo)). Bardo müzesi gezilecek, kesinlikle gezilecek hem de. Dünyanın bir numaralı mozaik müzesi- imiş. Bazıları bizdeki Antakya Müzesi'yle karşılaştırıyor. Sonra Kartaca harabeleri, fotojenik, kapı fotoğrafları köyü Sidi Bou Said var.
Burada metro dedikleri, gördüğüm kadarıyla çok iyi işleyen bir tramvay sistemi var ama taksi de çok ucuz. Biz de bir taksiciye taksimetresinin olup olmadığını sorup biniyoruz.
Buranın taksicilerinin bir kısmı çok dürüst, bir kısmı da harami. En azından tarife 1'de (gündüz) taksimetre açtırmak lazım..Bizi olmayacak yerde kazıklamaya çalışan da oldu, çok dürüst olan da. Her cinsi var anlayacağınız..
Bizim ilk bindiğimiz taksici de şansımıza dürüst adam. Müze yakın değil ama bir sorun var: yollar kapalı..Bir caddeyi kapalı görünce dolaşıyoruz, öbür taraf da kapalı, her yer polis dolu. Bir yerlerde yine bir tören var. En sonunda inelim, belki yürüyerek gideriz diyoruz ama meğer başkan buralardaymış. Oradan dolan, burada dolan derken dağılan kortejlerden törenin bittiğini anlıyoruz, sora sora müze girişini buluyoruz. Başka bekleyenler de var ama müzede kalan büyükbaşların çıkmasını bekliyoruz. Kilometrelerce yol yürüdük sırf bu müzeyi görmek için, umarım değer..
Beklerken tam müze kapısının karşısındaki bir kahvehaneye oturduk. Gazoz isterken ben garsona içtiği sigaranın Tunus sigarası olup olmadığını sordum. Buranınmış. Hesabı isterken bana bir paket Tunus sigarası getirdi. Anlayamadım, hesap o kadar az ki, sigaraya para kalmıyor. Sonradan sigaranın gerçek fiyatını öğrendiğimde farkettim, meğer hediye getirmiş, yabancı hatun merak ediyor diye. İşte Tunus böyle bir yer, bir yandan kazıklayanlar, bir yandan de hediye edenler:))
BARDO MÜZESİ
İçeri girerken bilet alabilmek için gişenin açılmasını bekledik. O sırada tuvalete gittim. Tertemiz ve bedava. Bizim bazı ören yerlerimizin bundan öğreneceği şeyler olmalı. ( BERGAMA örneğin)

Tek kelimeyle muhteşem. Hayatımda-ki ben çok müze gezerim- hiç böyle zengin bir koleksiyon, bu kadar ince işçilikli, iyi korunmuş, sağlam mozaikler görmemiştim. Daha önce ününü duymama rağmen gözlerime inanamadım. Hala anlatacak kelime bulamıyorum. Mozaik tamamen ayrı bir sanat, yapımı çok emek istiyor. Bakmak kolay ama nasıl yaptıklarını düşünemiyorum bile. Hele bir de bir köşeye atılmış gibi duran güzelim heykeller. Neye sahip olduklarının farkındadırlar diye umuyorum sadece..Antakya Müzesi??? Kusura bakmayın, şu anda kıyaslanamaz bence. Aslında son yıllardaki kazılarda birçok yeni mozaik çıktı ama koyacak yerleri yok hala..
Gitmeye değer mi derseniz: Gece önünde bile uyumaya değer bana göre..Ben mozaikleri çok severim, sonuçta renkler ve zevkler tartışılmaz. Sadece bu müzeyi görmek için binlerce turist her sene Tunus'a geliyor diyeyim ve kapatayım bu konuyu.
Sırada Kartaca var. Müze ve bütün kalıntılar için tek bir bilet alınıyor. Toplamda gezilebilecek onbir yer var ama bilet sekiz yer için geçerli. Zaten bazılarının arasındaki mesafe epey fazla olduğu için bir günde gezmek zor. Tabii sabahın köründe kalkıp bütün gün yürümeyi göze alanlar için. Ya da tembeller taksiyle yapabilir bunu.
Her girişte bekçiler oraya ait olan yere bir imza atıyor. Kartaca müzesinin yeri ve manzarası çok güzel ama asıl kalıntılar aşağıda dağınık halde bulunuyor. İşin doğrusu müzede manzara dışında pek bir şey yok. Hele ki Bardo Müzesi'nden sonra tam bir hayalkırıklığı. Yanında uzaktan harika gözüken ama artık kullanılmayan bir katedral var. St Louis Katedrali, Kral 9. Louis için yapılmış,
diğer bir adı da Acropolium. Sadece arada sırada konserler için kullanılıyor. Ve de bugün Tunus'ta kullanılır durumda olan tek Roma Katolik kilisesi, şehir merkezinde bulunan St. Vincent de Paul Katedrali. Hazır şehir merkezindeyken bir bakayım derseniz aklınızda bulunsun, sadece ayinler için açılıyor. Yani öyle müze gibi canının istediği saatte girip çıkmak yok. Aynı şey camiler için de geçerli. Sadece namaz vakti açıklar..
Katedral-müze'yi üç liraya gezmek mümkün ama tahmin edeceğiniz üzere ben merak edip de girmedim. İşin ilginç tarafı bu sefer Ersoy'un da girmemesiydi..Ha ha!! En sonunda birşeyden bıktı.
Asıl kalıntıların bulunduğu deniz kenarına yakın bölge başkanlık sarayının tam yanında kalıyor ve şehrin en zengin mahallesi. Müzeden oraya yürümek yaklaşık 15-20 dakika alıyor ve yokuş aşağı, çok keyifli bir yol. Yürümek için tekrar ana yola dönmeye de gerek yok. Hemen katedralin arka tarafından bir yol sahile doğru iniyor. Biz pek benzetemedik ama bir rehber arkadaşa sorunca o tarif etti..
Ana yola geldikten sonra tabelaları izleyerek yolu bulmak çok kolay. Tepeden iner inmez lüks villalarla dolu bir mahallede bulduk kendimizi. Bazıları o kadar güzeldi ki, ben bakakalınca Ersoy beni birkaç kere çağırmak zorunda kaldı.
Dediğim gibi gezecek çok yer var ama biz dosdoğru Antonin Hamamı'na doğru yola çıktık. Gün batımında Sidi Bou Said'de olmak istediğimiz için çok vaktimiz yoktu. Aslında hamam denilen yer epeyce büyük ve hamam kompleksinden başka birçok bina daha var. Bu hamam, Roma'dakinden sonra antik dünyanın en büyük, en iyi korunmuş hamamıymış.Gerçekten de büyüklüğüne hayran kalmamak mümkün değil. Ve tam deniz kıyısındaki korumuna göre çok iyi korunmuş.
Sol taraftaki beyaz duvarlar başkanlık sarayına ait..Önde hamam..
Hamam diyorum ama sadece bildiğimiz anlamda bir hamam değil, deniz suyu terapisi için de kullanılmış, yani aynı zamanda bir deniz hamamı. Çok sonraları denizin aşındırıcı etkisinden korumak için bir duvar yapılmış. Şu anda da denizi hamamdan ayıran tek şey o duvar.
Hamamın hemen hemen tamamı gezilebiliyor. Hemen hemen diyorum çünkü başkanlık sarayı hemen kalıntıların yanında olduğu için bir yerden sonra ilerlemek, hatta kalıntıların herhangi bir yerinden objektifi o tarafa çevirip fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Ortalık asker kaynıyor ve turistlere karşı oldukça sert olabildiklerini çok yerde okudum. Zaten çekmeye gerek de yok, Sidi Bou Said'in tepesinden başkanlık sarayı arazisi ve limanının manzarası çok daha güzel!!!
Fotoğraf demişken aklıma geldi, hemen her yerde fotoğraf çekebilmek için bin dinar yani bir lira kadar para ödeyip, bilet almak lazım. Ama iki kişiye tek bilet yetiyor.İlk aldığımız yerde benim aşırı dürüstlüğüm yüzünden iki bilet aldığımızda adamlar bana garip garip bakmışlardı. Daha sonra biz de usule uyup, tek bilet almaya başladık.
Sidi Bou Said'e güneş batmadan varmak istediğimiz için ana yola kadar çıkıp bir taksiye atladık, benim daha ne yürüyecek, ne de yokuş tırmanacak halim kalmadı.. Ersoy orada fotoğraf çekmek istiyor ve hava da ufaktan bulutlanmaya başladı bile zaten. Sağolsun taksici de aşağıda bırakmak yerine tepeye kadar çıkardı bizi. Üstelik adamcağız dürüst çıktı, bir dinar bile tutmadı o kadar yol.
Burası Tunus'un en turistik yerlerinden biri. Bir sürü yabancı, dükkanlar, rehberlerinin arkasında gruplar. Manzara çok tanıdık, ama rehberlerin ellerindeki Costa tabelalarını görünce bir an kendimi çok kötü hissettim nedense. Bilmeyenlere: Costa bir cruise şirketinin adı ve bir sürü gemileri var. O gemilerden biri bile limanda olsa, İstanbul veya Efes'te tur yapmak neredeyse imkansız hale gelir kalabalıktan..Ben gemi gruplarını görüp zaten daralmışım, bir de satıcılar çıkıyor her adımda karşımıza. Nerelisiniz diye başlayıp muhabbet açmaya, mal satmaya uğraşıyorlar. Bir tanesi İspanyol, İtalyan deyip tutturamayınca bana Slovenyalımısın diye sorunca öyle bir bakış atmışım ki, adam satıştan falan vazgeçip kaçtı içeri....Ne yapayım, fena daraltıyorlar beni..
Sidi Bou Said'de yapacak fazla Bir şey yok. Manzara gerçekten çok güzel, evlerse harika ve çok bakımlılar. Aynı bizdeki gibi çoğunu yabancılar alıyormuş zaten. Köy aslında 13.yüzyılda burada yaşamış olan aynı adlı sufi dervişinin mezarı ve cami çevresine kurulmuş. Ta 1915'ten beri koruma altında.
Öyle olunca çoğu insan buraya manzara, ev ve ünlü Tunus kapıları fotoğrafı çekmeye geliyor. Şimdi düşününce aklıma kapılar ve çöl geliyor en çok zaten. Buraya gelip de kapı fotoğrafı çekmemek imkansız bence. O kadar güzeller ki. Bir zaman sonra hepsi birbirinin aynı gibi gelse de, değiller. Zaten ustalar çivilerle yaptıkları motiflerin her evde farklı olmasına özellikle uğraşırlarmış. Tabii, farklılıklar olsa da kullanılan semboller ve renk çoğunlukla aynı. Kapıların çoğu mutluluk, zenginlik ve iyi şans için gök mavisine boyanmış. Ama arada sarı ya da doğal renginde bırakılmış olanlar da var. Sarı, güneşin sarısını ifade ediyor. Kapılar ne kadar süslü olursa olsun, onlara bakarak evin ne kadar zengin olduğunu söylemek mümkün değil. Bazılarında kapı tokmağı olarak Fatma'nın Eli kullanılmış. Kuzey Afrika'nın birçok yerinde bu el sembolü aynı bizim mavi boncuklarımız gibi koruyucu görevi görüyor.

Kapıların hemen her kültürde önemli bir yeri olsa da Tunusluların hayatında sanki daha başka bir anlamı var. Kötü şans getiren bir kapısı olan evlerin terkedildiğini bile duydum. Bunun hayat tarzlarıyla çok büyük ilgisi var. Geleneksel ev yapısı dışarı tamamen kapalı, evler yüksek duvarların arkasında saklı ve tek giriş de ana kapı. Sokakla hiçbir bağlantısı olmayan evler bunlar. Kadınlar ne kadar modern gözükse de hala çoğu yerde o kapıların arkasında yaşıyorlar. İçerde havuzlu, güzel avluları var. Odalar, mutfak, vs.. bunun etrafına dizilmiş. Tozeur medinesinde inşaatı süren bir evin kapısından içeri bakmıştım da hayranlıktan ağzım açık kalmıştı. Suratımın hali çalışan işçileri bile eğlendirmiş olacak ki, gülerek beni içeri davet etmişlerdi.
Burada bir de Dar El Annari adında bir müze-eve gittik. Hemen yol üstünde zaten. Ben başta çok sıcak bakmasam da şu anda Tunus'ta gördüğüm en güzel şeylerden biri olduğunu düşünüyorum. Girişi 3.500 dinar ve bileti alırken elinize bir de bir sayfalık, ev hakkında bilgi veren bir kağıt veriyorlar. Çıkışta geri bırakıyorsunuz. Ama işin hoş tarafı bize verdiklerinin türkçe olmasıydı. Buraya ne kadar çok türk geldiği hemen anlaşılıyor.
Burası mobilyalarıyla, çinileriyle çok güzel korunmuş bir Tunus evi. Evin herşeyine, dekorasyondaki detaylarına, çalışma odasının dedemin odasını hatırlatan kokusuna, çatıdan manzarasına bayıldım. Burası benim hayal evim olabilirdi, ah bir de deniz kenarında olsaydı.

Çatıdan gün batımı manzaraları..

Girişe verilen paranın her kuruşuna değer.
Her neyse, Sidi Bou Said böyle bir yer işte. Güzel, pahalı ve fazlasıyla turistik ama bir gidip görmeye kesinlikle değer. Dönüşte taksiye otoparktan binince gemi yolcularına tur yapan bir taksiciye düştük ve de kazıklandık. Dönüş yolunu azıcık uzattı galiba, onyedi dinar ödedik. Olsun dedik, arada sırada kazıklanmazsak turist olduğumuzu nereden anlayacağız:)))
Tunus'un da turist kazıklamakta diğer yerlerden bir farkı yok hatta gelen yaşlı, orta yaşlı salak turist tipleri yüzünden epey de alışkanlık kazanmışlar. O akşam hemen Cafe de Paris'in yanındaki Brasserie du Cafe de Paris'te akşam yemeği yedik. (Bu arada isimlere hiç takılmayın, burayı Champs Elysee sanıyorlar dedim ya..) İki pizza ve iki bira aldık. Pizzalar boy boy, biz özellikle küçük boy istedik. Yemekler iyiydi, pizzalar kocamandı, bizdeki orta boy gibi, yanlış mı getirdiler diye bile düşündük. Yine de afiyetle yedik. Hesabı istediğimizde garson otuzsekiz dinar dedi. Yok devenin nalı! Ben gayet hatırlıyorum menüdeki fiyatları. O kadar para ödemek için en büyük boyun deniz ürünlüsünü falan yemek lazım. Hatta o bile yetmez. Çocuğa sordum, bu en büyük boy mu diye..Yok dedi, ufağı bu. Ben parayı hazırladım, tam ödeyeceğim, aklıma geldi, bu adam bize fiş, adisyon falan getirmedi. Hık mık dedi ama adisyonu getirdi en sonunda. O zaman çözüldü iş. Meğer bizim hesap onsekiz dinar tutuyormuş. Bu ne diye sorunca, benim ingilizcem kötü gibi bahaneler ileri sürdü. Yok valla, o kadarını yemeyiz. Sipariş alırken gayet iyi olan ingilizcen iş hesaba gelince mi bozuldu? Bahşişi de katıp yirmi verdim, bu sefer utanmazca bana bahşiş beş dinar demez mi? Dayanamadım güldüm artık, yeter o kadar sana deyip kalktık. Dikkat etmesek, yaşlı, yorgun ya da sarhoş olsak bizden iki katı hesabı alıp bir güzel yarısını cebine atacaktı uyanık. Burası tek yer değil bunu yapmaya çalıştıkları. Genel olarak dikkatli olmak lazım.
Kullandıkları bir diğer kazıklama tekniği de kahvede yapılıyor. Capuccino isterseniz fiyat dört dinara, hatta daha fazlasına çıkarken, capucin ise sadece 0.70 dinar. Ucuz kahve olduğuna uyanmış turistler için bazı yerlerde nedense kahve makinası bozulmuş, zavallıların sadece La Vazza marka makineleri çalışıyor. Burada mesele para harcamaktan kaçmak değil, tabii ki bizde daha pahalı. Ama adamların ucuz, güzelim kahveleri varken niye İtalyan markaları para kazansın?

Hiç yorum yok: