Sayfalar

13 Ocak 2011 Perşembe

PALMYRA'DAN ŞAM'A

Sabah güneş doğarken Palmyra'ya geldik. Arada bir mola daha verdiğimizi hayal meyal hatırlıyorum ama o kadar güzel uyumuşum ki..Yol arkadaşım 14 yaşındaki Furkan da uyuyunca gün doğarken tamamen dinlenmiş olarak dikiliverdim. İyiki de uyanmışım. Çok uzun zamandır bu kadar güzel bir gün doğumu görmemiştim. Bu güzel gündoğumlarının çöl iklimiyle de ilgisi var bence. Namibya'da da böyleydi...Mehmet abiyi uyandırsam da fotoğraf çekmeden geçemedim..
Biz kahvaltı edeceğimiz otele gelene kadar saat 07:30 olmuştu. Otelin kahvaltı salonu terasta olduğu için, bir iki lokma yedikten sonra elimde çayım, sigaram ve makinem kendimi terasa attım..Bir tarafta köy, bir tarafta Palmyra harabeleri..Palmyra pek güzeldi ama vahadaki zeytin ve hurma ağaçlarının aralarında o kadar çok çöp vardı ki, pek o tarafa bakmamayı yercih ettim..
Köy tarafı...Çöpler görünmeyince güzel:))
Baal tapınağı..
Palmyra...
Kahvaltıdan sonra antik şehri dolaşmaya başladık. Tamamen harabe olsa da eski halinin görkemi hala bir yerlerde duruyor. Mezar kuleleri, tiyatro ve Baal tapınağı için 500 paundluk tek bilet kesiliyor ama oralara girilmezse şehri gezmek ücretsiz. Ücretsiz olan kısım çok bakımsız. Bir yerden bir yere gittiğimizde motosikletiyle bizden önce oraya gidip  bekleyen satıcılar, hatta şehrin ana caddesinde turistleri deveyle gezdiren bir adam. Antik şehri yol olarak kullanan bir sürü motorsikletli adam da cabası. Tamam, şehir çöl koşullarından çok hasar görmüş ama insan eliyle verilmeye de devam ediliyor..

Baal tapınağı..
Dinlendiğimi sanmayın..Altta çok güzel frizler vardı:))
Palmyra'dan çıkıp öğle yemeğine hemen yakındaki bir restorana gittik..Ben yemek yemek yerine dışarda oturup ilk Suriye biramla yazı yazmayı tercih ettim. Buranın yemekleri çok ünlü ama en son istediğim şey süper turistik bir restoranda süper turistik bir yemek yemekti..
Oradan çıktığımızda 230 km uzaklıktaki Şam'a doğru yola çıktık. Tek molayla Şam'a geldiğimizde bizi ilk önce özellikle İranlılar için çok kutsal olan Seyide Zeynep Camii'ne götürdüler..Ne kadar kapanmak zorunda olduğumu anlayınca girmekten vazgeçtim. Burada öyle başını örtmek falan yeterli değilmiş..Kadınlar cübbe gibi birşey giymek zorunda. Çok özel birşey olursa belki giyerim ama burada hiç istemedim. Grup içerdeyken ben de rahat rahat caddelerde dolaşıp, insanları seyrettim..
Şam güzel bir şehir değil ne yazık ki..Briketten, bakımsız binalarla dolu. Neden briket kullandıklarını anlıyorum, bereketli toprağı tuğla yapımında kullanmamaları akıllıca. Ama binalara biraz baksalar çok iyi olacak doğrusu..
Akşam yemeği için şehrin restoranlar bölgesindeki Guinness'e girmiş bir yere gittik. Dünyanın en büyük açıkhava restoranıymış galiba..Böyle şeylere takmam ama yemekler çok güzeldi. Bir sürü meze, salata ve arkasından karışık kebap. Yanında da Türkiye'de artık şehirlerde bulamadığımız lezzette bir ayran. Epeydir bu kadar doymamıştım..
Oradan çıktığımızda aslında merkeze gidip biraz dolaşmak istiyorduk ama meğerse otel sandığımızdan çok daha uzakmış. Şam'ın Serednaya adlı mahallesinde yaklaşık 30 km uzakta! Burası daha çok Süryanilerin yaşadığı, Şam'ın zenginlerinin yazları sayfiyeye çıktıkları, milyon dolarlık evlerle dolu bir yer. Bir de etrafta bir sürü Süryani manastırları var. Ölçtüm, irtifa 1250 metre civarında...Soğuk, çok soğuk..
Otelde oturup ilk araklarımızı içip, fazla geçe kalmadan yataklara yollandık..Yarın depar saat 07:00 ve yorgunuz galiba:))

Hiç yorum yok: