Sayfalar

11 Kasım 2009 Çarşamba

TUNUS, ÖNCESİ VE SONRASIYLA..



Başlık pek şiirsel oldu ama ben Tunus'un değil, benim Tunus yolculuğumun öncesi ve sonrasını anlatacağım bu sefer..Bu sene nasıl geçti anlamadım. Daha dün Goa'da gece denizde yolumu kaybederken bir anda çölde yıldız seyrederken, güney haçını ararken buldum kendimi. Arası nasıl uçtu gitti, hiçbir fikrim yok. Ama neler yaptığımı bana en iyi anlatan rüyalarım. Hala geceleri kayıp bavullar ve laf dinlemeyen gruplarla boğuşmaya devam ettiğime göre epey zor bir yıl olmuş. Bu sene çok sıkı çalıştım, yazmak istedim, onu bile yapamadım. Daha doğrusu yazdım da yayınlayamadım (Yanlış anlama olmasın, ben “yayınlamak” kelimesini internette yayınlamak anlamında kullanıyorum. Hernekadar milyonlarca hayranım benden kitap beklese de vakti değil).Daha önce de dediğim gibi, madem gezemedim, ben de gezenlerin yazdığı kitapları yazdım. Yavaş yavaş yayınlayacağım. Hepsi bir arada çok sıkıcı olur:))
Bu aralar programım yine çok dolu. Merak edenler var, hemen söyleyeyim: Aslen Hacettepe mezunu bir dilbilimci olup, şu anda freelance ispanyolca-ingilizce rehberlik yapmaktayım. Eskiden arada yurtdışına da grup götürürdüm ama artık yapmıyorum. Sebepleri bende saklı kalsın..Hatta genelde sadece İspanyolca çalışıyorum. Bütün sezon deli gibi çalıştıktan sonra da kendimi vuruyorum dağlara, bayırlara, başka kıtalara. Gezmemin de rehberlikle alakası yok. Eski bir izci, dağcı ve fena halde otostopçuyum. İlk otostoplarım 13-14 yaşında otobüse paramız yetmediği için kamplara giderken kamyonlara yaparak başladı. Ve tabii ki ailelere yalan söyleyerek..O zaman Ankara'da bit pazarından uyku tulumu bile alamazdık ki. Kaç kere diz boyu karda sabaha kadar titrediğimi çok iyi bilirim. O yüzden beni gezdiren rehberlik olmadı, tam aksine gezdiğim için rehber oldum ya..Vagabond haklısın, ama ben zaten gittiğimde duruyorum ya..Nerede kendini daha iyi dinlersin, Nepal'in bir köyünde akşam sekizde elektriksiz, mum ışığında tek başına kalınca mı, evde televizyon karşısında mı? Ya da elli iki saatlik bir otobüs yolculuğu, yalnız??Buradaki hayat televizyon dizilerine benziyor. Bir kez seyret, aylarca uzak kal, bir daha seyret. Emin ol, ufak yeğenlerimin büyümesi dışında hayatta hiçbirşey kaçmıyor. Ben burada olsam da olmasam da hayat devam ediyor. Nasıl uzattım ama yine..Yazmayı da özlemişim gönlümce. Şöyle sessiz, rahatsız edilmeden bir köşede...
Tamam, şimdi size bu Tunus hikayesi nereden çıktı onu anlatayım. Bir kere hiçbir şekilde benim önümüzdeki beş yıllık planımda-ki öyle bir şey de yok zaten- olmayan bir yerdi. Tunus'ta ne yapar insan? Deniz, güneş, plajlar..Ünlü Hamamet..Son birkaç yıldır dünyanın her tarafında türlü egzotik yerde deniz keyfi yaptım ama bir yere sadece deniz için gideceksem, kalkıp Kaş'a, Olympos'a giderim. Ne işim var başka memlekette??( Aslında Goa'ya veya Koh Tao'ya sadece keyif için gidebilirim tekrar:)))Neyse, benim demek istediğim öyle beş yıldızlı yerlerde tıkılmak hiç bana göre değil.Zaten bu ara gezme işi de sırf benim THY'den yıl sonunda geçerliliğini yitirecek onbeş bin milim olmasıydı. Yazık o kadar mile, mutlaka bir yere gidilir diye düşündüm. Fas dedim, biletlere bakarken Ersoy'dan “Tunus'a gidelim, orada çok Roma, Kartaca, Fenike kalıntısı var” diye bir fikir çıkınca ben de tamam dedim. Sonuçta tatlısu rehberi değiliz, hala kazıları takip eden tiplerdeniz ikimiz de. Tabii bedava bilet için çok geç kaldığımı anlamam uzun sürmedi. En yakın gidiş biletini 21 Kasım'a alabiliyorum ama bayramda eski arkadaşlarımla eski usul donmaca kafa kampına gitmeye kararlıyım. Hemen arkasından 4-5 günlük bir İspanyol bayramı var, İstanbul'da çalışacağım. Sonra 16 Aralık doğumgünüm, burada kalıp geçen seneki gibi evde parti vermek istiyorum. Sonrası zaten noel, yılbaşı falan. Yani zaman yok. Olanı uydursam da Ersoy'a parayla bilet alınca astarı yüzünden pahalıya geliyor. Öyle böyle derken, neredeyse iki gecem internette bilet aramakla geçti. Fena halde sıkılmışken, Tunis Air'daki promosyona denk geldim. 11 Kasım gidiş, 21 Kasım dönüşle kişi başı vergiler dahil 360 lira. Üstelik vize de yok. Ersoy dışarda, telefon ettim alıyorum diye. Onun pek umurunda değil. İnsanın şahsi seyahat acentası Arzu olunca böyle rahat oluyor işte.. Ne istiyorsan al diyor..Ben de almaya çalışıyorum biletleri, olmuyor. En sonunda ofislerine telefon ettim, meğer sayfada gözükse de internetten bilet alınamıyormuş, sadece rezervasyon yapılıyormuş. Bileti ofisten almak lazım, hem de peşin parayla. Kredi kartı falan kabul etmiyorlarmış..Bakarmısın havayollarına. Neyse, daha kötülerini de gördüm. En azından eve yakın, Ersoy gelirken alıverdi biletleri. Böylece Tunus yolu gözüktü..Anlayacağınız kaza- ya da şans eseri- işte.Kalacağımız topu topu on gece olunca eşya hazırlamak da sanırım yarım saat sürmedi. Ne de olsa alışkanlık..Bütün senemiz bavul hazırlayıp, açmakla geçiyor ne de olsa. Bu arada Tunus'a fideceğimizi duyan bir sürü arkadaşım, orada o kadar zaman ne yapacağımızı sordu. 3-4 gün yeter dedi herkes. Ben bir şey demiyorum, ama az bile geldiğini söylemem lazım. Geri kalanını okuyunca anlarsınız, neden ufacık ülkeye on bir gün yetmiyormuş diye....
11 KASIM
Uçak akşam sekizde, demek altıda alanda olmak lazım, o zaman evden beşte çıkalım diye hesap yaptık ve aynen de uyguladık. Bir de tabii disiplin diz boyu, sanki tura gidiyoruz. Alışkanlık işte. İkimiz de bu tip şeylerde çok dakiğiz, ben buna profesyonel deformasyon diyorum..Aslında havaalanına erken gitmeyi severim. Oturup dünyanın her tarafından insanları seyretmek vakit geçirmenin en eğlenceli yollarından biridir. Ben bir de son birkaçyıldır uçmaktan pek hoşlanmadığım için bir-iki biramı içerim arada. Tek sinir olduğum şey şu aptal sigara yasağı. Ayırın kardeşim içenlerle içmeyenlerin alanlarını. Bana bu kadar işkenceye ne hakkınız var? Alkole dokunamıyorlar ya, hınçlarını sigaradan alıyorlar işte..(Bu konuda eleştiri falan kabul etmiyorum, sigarama karışana kızarım..Çok hassasım bu konuda, ona göre!!))Neyse, kredi kartları sağolsun, salonda oturup, birşeyler yiyip içerek bekliyoruz. Bu arada benim her tarafım ağrıyor, Ersoy telaşlanıyor. Eyvah, hatun tam yola çıkarken grip oldu diye. Valla grip mi, değil mi bilemiyorum ama hastalanamam. Tamam, mikrop, virüs her neyse ama ben hasta olmayı kabul edemiyorum. Vücudum da alışmış galiba bu inadıma, bakıyor olmuyor, kovuveriyor mikropları. Sonuçta yıllardır, hele de evden uzakta hiç hastalanmadım. Olan ufak tefek şeyler sadece. Sanırım gerçekten hem vücut direncinin, hem de ruh halinin etkisi çok büyük. Ben sadece hasta olmayı kabul edemiyorum, o kadar..O yüzden de hastalanmıyorum. Bu sene Hindistan dönüşü de aynı şey olmuştu. Aylarca Nepal, Hindistan, o kadar pis yerlerde yedik, yattık, bir şey olmadı, döndüğümüzün ertesi günü nezle olmuştum..( Ya da grip, ben farkı anlamıyorum)En sonunda uçağa biniyoruz ama o kadar rahatsız ki. Tam da Tunus havayollarından beklediğim şey. Koltuk araları tam charter uçakları kadar, benim boy uzun, bacaklar uzun, sığana kadar epey debeleniyorum ama en sonunda nasıl becerdiysem daha uçak kalkmadan uyuya kalıyorum. İyiki de uyumuşum, çünkü meğer kapılar kapandıktan sonra bir saate yakın beklemişiz kalkışa kadar. Bense hiçbirinin farkına varmadan o kadar zaman uyuduğuma göre demek koltuklar o kadar da rahatsız değilmiş. Arada yemek servisinde uyandım sadece. Onda da yemeğimi yiyip, bir ufak beyaz şarap içip tekrar uyudum gitti. İki buçuk saatlik uçuş nasıl bitti anlamadım bile..Bu arada dikkatimi bizimle aynı uçakta olan ailelerin baulları çekti. O kadar kocamanlar ki, ben bile sığarım. Onlar yetmezmiş gibi bir de dünya kadar el bagajları var. Üst taraflara sığdıramayan çok oldu. Anladık alışveriş de ama nasıl yani??Yine de sağolsunlar, paracıklarını bizim esnafa bırakmışlar..Ülke ekonomisine katkı yani:))
Bu arada dikkatimi çekti, uçaktan inen tek sırtçantalılar bizdik. Çıkar çıkmaz da yanımıza bir genç geldi, halinden belli, rehber, yolcularını almaya gelmiş. Türk, adı Cem, üç yıldır orada yaşıyormuş. Tam bir İstiklal delikanlısı, küpeleri, kıyafetleriyle. Daha sonra yol boyu onu çok andık, merak ettik burada nasıl yaşıyor diye..Bize otel bulmaya Habib Burgiba caddesine gitmemizi söyledi, hatta türklerin çok sık kaldığı Excel Otel'i de aradı, yer yokmuş. Zaten geceliği 80 liraymış, biz ucuza alışığız ya, pahalı geldi. Hatta yer olmadığını duyunca rahatladık bile. Ama ilerleyen günlerde ne kadar haklı olduğunu da gördük..Yine de bize o caddeye gitmemizi, Habib Burgiba'nın “Çakma Champ Elysses” (Türkçesi Şanzelize) tek kalınacak yer olduğunu söyledi. Sonuna kadar da haklıymış... Turizm danışmaya gittiğimizde adamlar çok ilgisizdi, bize iki harita verdiler, ama taksiyi de hemen çağırdılar. Aslında dışarda durak var ama burasıyla ilgili o kadar çok şey okuduk ki, gelsin, pazarlık ederiz dedik. Taksici yirmi dinar dedi, biz on. Zaten normalde dört dinar tutuyormuş ama akşam dokuzla sabah beş arası yüzde elli zamlı. Yani normalde 6-7 dinar. Ama olsun, zaten yorgunuz, daha otel arayacağız, on veririz dedik.Havaalanı merkeze çok yakın ama biz geldiğimizde saat on buçuğu geçiyordu. Yekta'ların kaldığı Hotel Medina'ya gittik..Kapı demirlerle kapalı ama seslenince açtı amca. İki kişilik oda yokmuş, banyolu- tuvalet yok- üç kişilik bir odayı aldık. Oda direk meydana bakıyor, bayraklar asılı önünde.Yanımızda su bile olmadığını farkedince, hemen çıktık, bir pizzacıdan hem su aldık, hem de biraz yürüdük. Haritada kocaman gözüken cadde meğer kısacıkmış.Her yer de yavaş yavaş kapatmaya başlamıştı. Bir de her yerde ışıklar, süsler, taklar dolu, işçiler bir kısmını söküyordu. Anlaşılan bu gece buralarda bir kutlama varmış. Ama saat zaten geç, soğuk da iyice başlayınca otele döndük. Yarın anlarız artık..


Ersoy uyumaya hazır..Gerçekten buz gibiydi..

Hiç yorum yok: