Sayfalar

2 Şubat 2010 Salı

DURBAN 2

Bugün aslında yapacak hiçbir şeyimiz yok. O yüzden ilanını gördüğümüz ricksha bus turuna gitmeye karar verdik. Ricksha deyince özel birşey değil, bildiğiniz iki katlı, üst katının yarısı açık otobüsler. Ama burada binip inmek yerine biri saat dokuzda, diğeri birde başlayan üçer saatlik iki tur yapıyorlar.
Buranın yollarını hala pek öğrenemediğimiz ve etrafta tehlikeli bir sürü bölge olduğu için otobüsün kalktığı yere taksiyle gittik ve bir iki dakika sonra aslında otobüsle de gidebileceğimizi farkettik. Tehlikeli falan derken aslında tek derdimiz fotoğraf makinesiydi. Ersoy haklı olarak fotoğraf çekmek istiyor ve o makineyle sokakta gezmek imkansız olmasa da şansımızı fazla zorlamak olacaktı. Makineyi kaybetmektense taksiye para vermeyi tercih ederim. Hem bu, burada bindiğimiz ilk taksi oldu, o açıdan da iyi. Ama taksici kardeş klasik turist şöförü. Bize iki dakikada şehir dışındaki süper müper ultra alışveriş merkezine götürmeyi önerdi. Ne kadar olduğunu sorduğumuzda da masum masum, taksimetre ne kadar tutarsa dedi. Eh kardeş, taksimetreyle ne kadardır dedik. Ne olacak canım, 260-270 rand dedi. Yani elli lira kadar. Anlaşılan görüntümüz zengin..
Bu tur çok ucuz, kişi başı sadece on lira. Ve araçta da bizim dışımızda sadece dört kişi var. Hava açık oolmamasına rağmen iyiydi, biz de rahat rahat şehrin hiç görmediğimiz kısımlarını görme fırsatı bulduk. Benim çok hoşuma gitti işin doğrusu. Dün göremediğimiz beyaz nüfusun da buralarda olduğunu ama kendi mahallelerinde yaşadıklarını gördük. Bayıldım buradaki bir sürü eve yine..Merkezle beyazların mahallesi arasında koskocaman bir uçurum var.
Turdan sonra atladık otobüse dün ısmarladığımız ilaçları almaya gittik. Otobüse Matt de binmez mi? Tam tahmin ettiğim gibi, öbür tarafta canı sıkılnca aynı bizim gibi devam etmeye karar vermiş. O biraz şehri gezmek için indi, yarın aynı arabadayız zaten.
İlaçlara gelince...Gelmişler, ama o kadar pahalılar ki. Bir kerede üç tablet alınması gerekiyor ve 120 rand, yani 24 lira. Çok ama çok güçlü bir ilaç. İkimize de üçer tane aldıktan sonra yine yürüyüş, ufaktan sakat mahalleler ve hemen hostelin yanındaki Ushaka Deniz Parkı'na dönüş.
Orada da eczaneyle muhabbet edip, eksik olan bir-iki şeyi alıp sahile doğru gittik. Burada denize de girilebiliyor. Kuzeydeki plajlarda denize girmeye çok az yerde izin veriliyor ama burası rahat. Zaten denize girilen plajların açığında denizde köpekbalıkları için ağlar kurulmuş. Balıklar için ne kadar sağlıklı bilemiyorum ama zaten balıkların değil, insanların sağlığını korumak içinler. Zaten burada çok büyük tartışmalar var bu ağlar konusunda. Hele ilk geldiğimiz gün Cape Town'da bir adam boynuna kadar suda bir köpekbalığı tarafından yendikten sonra...
Ocean Basket'te güzel bir yemek yiyelim derken balkondan bir baktık yine Matt. Hani dünya küçüktür deriz ama bu kadarı da fazla artık. Kaderimiz birlikte yazılmış anlaşılan..Yemekte bize katıldı, kalamarları, jumboları, midyeleri bir güzel mideye indirdikten sonra o hosteline, biz hostelimize gittik.
Şimdi aşağı inip bu yazıları ve fotoğrafları yüklemeye çalışacağım. O kadar çok yemişiz ki akşam yemeğini es geçiyoruz bu gece..
Yarın St.Lucia. Hipopotam ve timsah cenneti diyorlar. Göreceğiz...

Hiç yorum yok: