Hayatım
boyunca bir sürü “çok kötü” başlığı altında
toplayabileceğim yolculuk yaptım, ama Borneo'da Semporna-Kota
Kinabalu arasındaki yolculuğum kesinlikle ilk üçe girer, o yüzden
ayrı bir başlığı kesinlikle hakediyor.
Bu yolculuğun
biletini daha Sipadan'a gitmeden önce acentaya aldırtmıştım.
İşte hata bir. Üşenme, kalk git al kendi otobüs biletini
işte...Ama ne yazık ki onlara aldırdım, böylece kaderimiz
bağlanmış oldu.
Otobüs aksam 7:30'da. Biz de erkenden yüklendik çantaları, geldik söylenen yere. Baktım ilerde bazı otobüsler var, oraya gittik. Bilete de düzgün bakmadım ya, bunlardır herhalde, iyi, otobüsler güzel diye düşünüyorum. Ama bileti çıkarınca o şirket olmadığını gördüm. Tarif ettiler, yakınmış, gittik Kinabalu Express durağına. Otobüsü görür görmez eyvah dedim ama iş işten geçmiş, otobüs kalkmak üzere, gideceğiz artık. Bir yandan da kendimizi teselli ediyoruz, daha kötüsünü de gördük diye. Nasılsa dokuz saat yol, uyuya uyuya gideriz artık. Başımıza gelecekleri bilmiyoruz ya daha! Bindik otobüse, yerimize oturduk, tam şöför arkasındayız. Saat geldi geçti ama hala kıpırdamıyoruz. Bir baktık ki, şöför arabanın altında birşeylerle uğraşıyor. Lastiğe de bakıp duruyorlar, galiba sorun frenlerde. O kadar iyi niyetliyiz ki, bagajlar dolup, içeri eşya alınmaya başladığında bile, normal deyip geçtik. Herkes bindiğinde şöför kapıyı, ışıkları kapatıp aldı mikrofonu eline, ciddi bir ses tonuyla birşeyler anlatmaya başladı. Arada "inşallah"ı yakaladık. Sonunda "Hadi bakalım,Fatiha" dedi ve herkes başladı dua okumaya. Kardeşim yola çıkıyoruz, oku başka bir dua, illa fatiha mı olması lazım. Anlayın ruh halimizi..
Ve otobüs yavaş yavaş hareket etmeye başladı.İlk başta sakin sakin gidiyordu ama şehir dışına çıkar çıkmaz gaza bir yüklendi bizimki. Frenlerde sorun olması ihtimalini bile düşünmemeye çalışıyorum bir taraftan. Dar yollar, iki şerit, hava kararmış, yağmur son hız ve bizim şöför bir yandan bastıkça basıyor, üstüne genelde de ters şeritten gidiyor, bir yandan da ya şarkı söylüyor, ya muhabbet ediyor, arada da telefonla konuşuyor. Bir seferinde de direksiyonu bırakıp, kulağına damla bile damlattı adam.
İçerde bir de buram buram durian meyvesi kokuyor. Kötü kokusu yüzünden bazı yerlerde bu meyve yasak. Sevenleri olsa da sevmeyenleri hiç de azımsanamayacak kadar cok. Ben sevmeyen grubundayım ve bir tanesi şöför amcamın önünde açık duruyor. Arada muavin koku sıkmasa, çok fena halim. Ben durian kokusunu bastırmak için sanıyordum ama bu koku işi de başkaymış, sonradan anladık...
Bir ara ortalık hareketlendi, herkes yerdeki eşyalarını kucağına almaya başladı. Fenerle bir baktık, arkadan su geliyor. Islanmadan aldık çantaları kucağımıza. Biz hala bunu sadece su sanıyoruz tabii..Otobüs tavandan su aldığı için...Meğer yolcu kadınlardan biri tuvalete kadar gideme, indir donu, işe otobüsün ortasına. Su sandığımız çişmiş meğerse. Kadıncağız derdini mi anlatamadı, yetişemedi mi tuvalete, bilmiyorum. Ama biraz sonra yolun ortasında indiriverdiler kadını- ve yanındaki 7-8 yaşlarındaki kızı- otobüsten. Bir de muavin dalga geçti kadıncağızla. Sebebini bilmiyorum ama giydiği yeleğin arkasındaki kızıl haç arması yüzünden olmuş olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Fakirlik her yerinden akıyordu zavallımın. Azıcık dil bilsem birşeyler yapardım mutlaka. Ama o kadar hızlı oldu ki, ben otobüsten atıldığını farkettiğimde hareket etmiştik bile.
Gece yarıma kadar durmadık. Şöförümüz ralliye devam etti, klima sonuna kadar çalıştı. Üstümdeki iki uzun kolluya ve sarındığım havluya rağmen titremekten uyuyamadım. Bu arada arabadaki çişli su seviyesi de gitgide arttı.
Üstüne bir de ısınan balatalar yüzünden ikide bir durmak zorunda kaldık. Her duruşta otobüsün iki yanından dumanlar, yanık lastik kokusu yükseldi. Birşey olsa duramayacak adam, farkında değil. Ya da umurunda.
Muavin elinde sprey kutusu, içeri koku sıkmaya devam etti. Durian kokusu, çiş kokusu, bir de yanık lastik. Dünyada bunlari geçirebilecek kadar güçlü parfüm olduğunu sanmıyorum.
Kota Kinabalu'ya vardığımızda kendimizi arabadan nasıl attığımızı bilemedik.
Bir sigara yakıp gökyüzüne baktım.
Ve ben en sonunda anladım neden şöförün başka bir dua değil de FATİHA okuduğunu...
Otobüs aksam 7:30'da. Biz de erkenden yüklendik çantaları, geldik söylenen yere. Baktım ilerde bazı otobüsler var, oraya gittik. Bilete de düzgün bakmadım ya, bunlardır herhalde, iyi, otobüsler güzel diye düşünüyorum. Ama bileti çıkarınca o şirket olmadığını gördüm. Tarif ettiler, yakınmış, gittik Kinabalu Express durağına. Otobüsü görür görmez eyvah dedim ama iş işten geçmiş, otobüs kalkmak üzere, gideceğiz artık. Bir yandan da kendimizi teselli ediyoruz, daha kötüsünü de gördük diye. Nasılsa dokuz saat yol, uyuya uyuya gideriz artık. Başımıza gelecekleri bilmiyoruz ya daha! Bindik otobüse, yerimize oturduk, tam şöför arkasındayız. Saat geldi geçti ama hala kıpırdamıyoruz. Bir baktık ki, şöför arabanın altında birşeylerle uğraşıyor. Lastiğe de bakıp duruyorlar, galiba sorun frenlerde. O kadar iyi niyetliyiz ki, bagajlar dolup, içeri eşya alınmaya başladığında bile, normal deyip geçtik. Herkes bindiğinde şöför kapıyı, ışıkları kapatıp aldı mikrofonu eline, ciddi bir ses tonuyla birşeyler anlatmaya başladı. Arada "inşallah"ı yakaladık. Sonunda "Hadi bakalım,Fatiha" dedi ve herkes başladı dua okumaya. Kardeşim yola çıkıyoruz, oku başka bir dua, illa fatiha mı olması lazım. Anlayın ruh halimizi..
Ve otobüs yavaş yavaş hareket etmeye başladı.İlk başta sakin sakin gidiyordu ama şehir dışına çıkar çıkmaz gaza bir yüklendi bizimki. Frenlerde sorun olması ihtimalini bile düşünmemeye çalışıyorum bir taraftan. Dar yollar, iki şerit, hava kararmış, yağmur son hız ve bizim şöför bir yandan bastıkça basıyor, üstüne genelde de ters şeritten gidiyor, bir yandan da ya şarkı söylüyor, ya muhabbet ediyor, arada da telefonla konuşuyor. Bir seferinde de direksiyonu bırakıp, kulağına damla bile damlattı adam.
İçerde bir de buram buram durian meyvesi kokuyor. Kötü kokusu yüzünden bazı yerlerde bu meyve yasak. Sevenleri olsa da sevmeyenleri hiç de azımsanamayacak kadar cok. Ben sevmeyen grubundayım ve bir tanesi şöför amcamın önünde açık duruyor. Arada muavin koku sıkmasa, çok fena halim. Ben durian kokusunu bastırmak için sanıyordum ama bu koku işi de başkaymış, sonradan anladık...
Bir ara ortalık hareketlendi, herkes yerdeki eşyalarını kucağına almaya başladı. Fenerle bir baktık, arkadan su geliyor. Islanmadan aldık çantaları kucağımıza. Biz hala bunu sadece su sanıyoruz tabii..Otobüs tavandan su aldığı için...Meğer yolcu kadınlardan biri tuvalete kadar gideme, indir donu, işe otobüsün ortasına. Su sandığımız çişmiş meğerse. Kadıncağız derdini mi anlatamadı, yetişemedi mi tuvalete, bilmiyorum. Ama biraz sonra yolun ortasında indiriverdiler kadını- ve yanındaki 7-8 yaşlarındaki kızı- otobüsten. Bir de muavin dalga geçti kadıncağızla. Sebebini bilmiyorum ama giydiği yeleğin arkasındaki kızıl haç arması yüzünden olmuş olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Fakirlik her yerinden akıyordu zavallımın. Azıcık dil bilsem birşeyler yapardım mutlaka. Ama o kadar hızlı oldu ki, ben otobüsten atıldığını farkettiğimde hareket etmiştik bile.
Gece yarıma kadar durmadık. Şöförümüz ralliye devam etti, klima sonuna kadar çalıştı. Üstümdeki iki uzun kolluya ve sarındığım havluya rağmen titremekten uyuyamadım. Bu arada arabadaki çişli su seviyesi de gitgide arttı.
Üstüne bir de ısınan balatalar yüzünden ikide bir durmak zorunda kaldık. Her duruşta otobüsün iki yanından dumanlar, yanık lastik kokusu yükseldi. Birşey olsa duramayacak adam, farkında değil. Ya da umurunda.
Muavin elinde sprey kutusu, içeri koku sıkmaya devam etti. Durian kokusu, çiş kokusu, bir de yanık lastik. Dünyada bunlari geçirebilecek kadar güçlü parfüm olduğunu sanmıyorum.
Kota Kinabalu'ya vardığımızda kendimizi arabadan nasıl attığımızı bilemedik.
Bir sigara yakıp gökyüzüne baktım.
Ve ben en sonunda anladım neden şöförün başka bir dua değil de FATİHA okuduğunu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder