Sayfalar

20 Ocak 2009 Salı

HALA POKHARA

Göl manzarası

Üst kat köşe benim odam

Motorlu tekne yok!

Bizim ''Pilot''..

Göldeki tapınak..

Arkada Annapurnalar..

Şu anda burada öğleden sonra. Dükkanlar açık ama havada bir siesta duygusu var. Herkes sabahtan yapacaklarını yapmış, dükkanlar açık ama pek de satmaya hevesli değiller gibi. Hava çok çok güzel, bazen kısa kollular bile fazla geliyor insana. Tabii bu durum sadece güneş batana kadar..
Dün günü gölde geçirdik. Bir tekne ve 'şöför' kiralayıp karşı kıyıya gittik. Burada teknecilere şöför demek gibi bir adet var, hangi ingilizce bilmeyen öğrettiyse artık. Karşı kıyıdan yaklaşık bir saat tırmanışla Dünya Barışı Stupası'na çıkılıyor. Sonra da gölün ortasındaki minnacık adadaki Hindu tapınağına. Stupaya gözü yiyen çıkar, zaten buradan manzara harika,yükseldikçe daha da iyi oluyor. Ama işin doğrusu adada bir numara yok, sırf hazır buradayız gidelim bari dediğimiz için gittik. Sonra ateş başında bir akşam yemeği ve erkenden yatak..Ben haliyle uyuyamadım, başka bir harika kitaba dalmış durumdayım bu aralar. Beni epey bir zaman uyanık tuttu. Eski zamanlarımı hatırladım. Burada elektrik çok kısa süreler var ya, akşam her işimiz mum ışığında. Haliyle kitap okumak da öyle. Lambam var ama beyaz, soğuk led lambalar ışığında okumaktansa, mum ışığı daha keyifli geliyor. Tuvalette ve merdivende de ışığımız var, bahçede de yağ lambaları. Öyle idare edip gidiyoruz işte. Ama fotoğraf makinesinin pillerini ve laptopu şarj etmek işkence olabiliyor. Normalde elektrik sabah 4'te geliyor diye dün gece saati kurdum yattım. Kalktım, yok. Saat 7 oldu, arada uyudum, hala yok. En sonunda 9 gibi tekrar uyandığımda vardı da herşeyi şarj edebildim. Ufak laptoppu getirmemin tek sebebi istediğim yerde yazıp sonra yükleyebilmem. Internet cafelerde fazla zaman geçirmek istemiyorum ki. O yüzden bugün şanslıyım. Şarjım var da göl kenarında oturup yazabiliyorum bunları. Eskiden zaten millet laptoplulara bir garip bakardı. İşler değişti, hemen herkes taşıyor. İşin bu sefer de garip tarafı eşek kadar olanlarıyla gezmeleri. Kardeşim, nereye koyarsın, nasıl taşırsın o ağırlığı? İrade gücü herhal.
Bugün Hapi paragliding yapmaya karar verdi. Aslında çok iyi bir fikir. Bir tarafta Phewa gölü, öbür yanda Annapurnalar..Hava da süper olmasa da epey açık. Normalde izin vermiyorlar ama kalkış noktasına kadar benim de gitmeme izin verdiler. Kalkıştan hemen sonra da gelen araçla iniş noktasına döndüm. Kalkışı Sarangkot'tan yapıyorlar. Manzara harika. Ama buraya yürüyerek şehir merkezinden bir saatte çıktığını söyleyenler duymuştum, külli yalan. Hani Messner dese belki ama normal trekkingciler için mümkün değil.
Ben de yapmak istemedim değil. Ama Ersoy'a söylediğimde cevabı ' Lütfen tehlikeli şeyler yapma hayatım' oldu. Şimdi annem babam kızacak, biz söylesk dinlemezdi diye. Haklısınız belki. Ama ben sadece Ersoy Delhi'de yalnız diye endişelenirken, burada yalnız paragliding yapmak haksızlık olurdu gibi geliyor. Bir dahaki sefere belki, birlikte geldiğimizde..
Bu arada Macchapucchre hayatımda gördüğüm en etkileyici dağlardan biri. Şekli, heybeti..Zaten adı 'Balık Kuyruğu' buralarda. Şu ana kadar zirvesine insan ayağı değmemiş. Tırmanışlar kesinlikle yasak. Sebebini dağın kutsal sayılmasına bağlıyorlar. Ama Everest de kutsal. Sagarmatha'ya izin var da buraya yok. İyi niyetli tarafım izin verilmemesinin sebebinin kutsallığı olduğuna inanmak istiyor ama bir taraftan da Everest'e yapılanlar da ortada. Ana kamplar, hatta zirveler o kadar turistikleşmiş ki. Belki izin verseler buranın da Everest gibi dev çöp yığınlarıyla dolacağından korkuyorlar ya da belki bir zaman sonra hükümet paraya çok fena sıkıştığında en yüksek parayı veren ekspedisyon ekibinin çıkmasına izin verecekler. Korkarım çok da uzak bir gelecekten bahsetmiyorum. Ben bahsimi Japonlara koyuyorum.
Burada da hergün gazeteleri okuyorum. Belki bizim oradan farkedilmiyor ama durum hiç içaçıcı değil. Herşey sorun. Sağlık, eğitim, yönetim, ulaşım, tarım...AIDS'li sayısı 30.000 civarında ve her geçen yıl katlanarak artıyor. En büyük sebeplerinden biri de klasik: Sex turizmi. Buranın kızları çevre ülkelerde pek beğeniliyor. Hakları da var, gerçekten güzeller. Uzakdoğu Asya'nın en güzel ve en fakir kadınları. Tayland'da, Hindistan'da, Arap ülkelerinde favoriler. Ve geldiklerinde hastalığı getiriyorlar. Bir diğer çok önemli taşıyıcı da kamyon şöförleri. Ülkeden ülkeye gezerken hem gittikleri yerleri, hem de ailelerini hastalıkla tanıştırıyorlar. Şehirlerarası yollarda prezervatifle ilgili çok ilan var bu yüzden..
Şimdi tamamen ayrı bir konuya atlayayım. Yemekler. Aç kalmıyorum ama çok yiyebildiğim de söylenemez. Domatesli spagetti, ne istersem isteyeyim tatlı geliyor. Momo gibi bazı yerel yemekleri çok seviyorum ama onlar da genellikle bana göre pek acı. Yani fena halde arada kalmış durumdayım. Hala yanımda getirdiğim hazır çorbalara başlamadığıma göre iyi durumdayım anlaşılan.
Bir de giyecek konusu var. Buraya gelirken bagajım tam 10 kilo tutmuştu. O kadar az şey var ki yanımda. Bugüne kadar getirdiğim herşeyi, bir askılı bluz dışında herşeyi birkaç kere giydim, hatta yıkadım ya da yıkattım bile. Pantolonlarımdan biri ise daha ikinci gün iflas etti, bekliyordum zaten, o kadar kötü bir fermuardı ki. Daha memlekette parçalanmaya başlamıştı. Atayım dedim, kıyamadım. Yenisini de bulamadım. Sonra aklıma geldi: Terziler. Öğlen verdim, birazdan alacağım. Masraf: 5 lira. Burası için çok fazla ama o pantolonun değeri benim için kaç katı..Pazarlık bile yapmadım. Varanasi'den kışlıkları yollayacağım eve ama o pantolon bana çok lazım. Böyle uzun yollarda en ufak şey bile nasıl da kıymetli olabiliyor.
Kaldığım yer konusunda da çok şanslıyım. Tam bir aile yeri. Yavaş yavaş yapıyorlar. Bir anne, üç oğlu ve bir kızı. Bir kızı ve oğlu Hong Kong'da, diğer bir oğul da Amerika'da çalışıyorlarmış. Ortada bir bahçe, bir kısmı biz müşteriler için, diğer kısım tarla niyetine. Fazla bir şey yetiştirmiyorlar. Taze soğan, acı biber ve turp. Ama bizim turplardan değil. Arada bizim pazarlara da gelen Çin turbu dediklerinden. Bu sıralar muson öncesi olduğu için bazı hazırlıklarını yapıyorlar. O turpları kızartmalık patates gibi kesip kuruttular bile, önce baharatlarla turşu yapıp, sonra da köriye koyuyorlarmış. Sırada daha bir sürü sebze ve baharat var. Her gün dışarı çıktığımda kurutulan farklı birşeyler görüyorum. Hele ki baharatlar..Çuvalla alıp,kurutuyorlar. Sonra gerektikçe iki taş arasında ezip, yemeğe. Ama modern malzemeler de var. Geçen gün duyduğum gürültünün düdüklü tencere olduğunu kavramam epey zaman aldı.
Zaten aslında Nepalliler genel olarak çok kibar insanlar. Hele de yabancılara karşı. Bir 'Namaste', bir güler yüz yeterli. Tabii Katmandu ve diğer yerler arasında çok fark var. Bazen kibarlıklarından ne yapacağımı şaşırıyorum doğrusu.
Şimdi biraz ara verip keyif yapacağım. Göl karşımda, gürültü yok. Güneş pırıl pırıl ve sıcacık. Sigaram var, çayım var. Tek eksik Ersoy. O da Delhi'de olduğuna göre yakınımda sayılır artık. Ben buradan Lumbini'ye, oradan da Varanasi'ye geçip onunla buluşacağım. Ama bir gün daha burdayım..
Bu arada arkadaşlarım dünyanın dört bir tarafında. Onlar kendilerini biliyorlar, tek tek yazmayacağım. Hepinize çok çok sevgiler. Baharda Türkiye'de buluşuruz artık..
Pokhara'dan sevgiler..
Merak eden varsa: Pantolonu aldim, harika yapmis cocuk. Yasasin! Memlekette bir tarafi leke oldu diye atanlara duyurulur!

Hiç yorum yok: