Sayfalar

18 Şubat 2009 Çarşamba

KUMİLY, MUNNAR


Çay bahçeleri, Munnar.


Komünist memleketteyiz ya, Kerala.


Yoruma gerek yok..


O kadar pirinç tarlasından sonra..


Müslüman cemmat için ayrı durak, Munnar..


Dünyanın en yüksek çaylıkları arkamda. Munnar.


Auschwitz Guest House'dan bir örnek.


Kan emici canavarlardan sadece biri..

Gördüğünüz gibi o geceyi sağ salim atlattık ama ben en azından yarım litre kan kaybettim sivrisineklere. Hayvanlar sokulmadık yerimi bırakmadı, kullandığım hiçbir ilaç da bir işe yaramadı. Sabaha doğru hava biraz serinledi, sivriler ortadan kayboldu da uyuyabildim.
Dediğim gibi yemeklerimiz fiyata dahildi. Bunun iyi tarafı, bize kalsa asla denemeyi akıl edemeyeceğimiz bazı yemekleri tatmak oldu. Güney mutfağı tamamen farklı, yağ hindistancevizi yağı, yemeklerde hindistancevizi rendesi, hindistancevizi sütü...Herhengi bir şeyi bu üçüyle ya da herhangi biriyle pişirin, içine çok çok acı biber, yıldız anason ve yağda kızdırılmış köri yaprağı, alın size Güney Hint yemeği..Şimdi annemin gözleri yaşaracak ama önüme ne konduysa yedim, hiç yiyemediğimin de en azından tadına baktım. Kereviz bile yedim anne! Şu ana kadar fazla sorun yok. Ama zorda kalınca çare hazır: Heryerde Çin yemekleri var. Spagetti makarnadan yapılma sebzeli noodle kurtarıcımız oluyor.
Kahvaltıdan sonra biraz daha dolaşıp 9 gibi karaya çıktık. Biz sözümona dokuz buçukta geleceğimiz için rikçacımız ortalarda yok, gelen de fazla para istiyor. Ana yola çıkıp, kendimiz bulduk ve hemen otobüs garajına gittik. Otobüs olmasa zaten feribot var ama zaten iki gündür görmediğim kanal kalmadı, biraz sıkıldım artık. Yolumuz önce Kottayam, oradan da Kumily. Otobüs hemen kalktı, yine hükümet şirketinin otobüsü. Bunları seviyorum ama alışmak lazım. Bazen çok doluyor, bazen de bomboş oluyor. Bir de kusanlara karşı dikkatli olup hemen camın kepengini kapatmak lazım çünkü bu otobüslerde bildiğimiz anlamda cam yok. Sadece bir kepenk, o kadar. Önemli olan öndekilerin hareketlerini takip etmek. Önden biri kepengi kapadı mı bu kusma alarmı demek, hemen sen de kapatacaksın. Arada kusanı da kesip, işini bitirince geri açacaksın.
Bu kadar muhabbetini ediyorum ama o kadar çok kusan var ki. Üstelik öyle torba falan da yok. Yollar çok virajlı, şöförler genelde fren kullanmıyor. O yüzden herkes alışmış bu duruma.
Bizim otobüste de yabancı olarak iki çiftiz. Öbürleriyle selamlaştım ama kız pek bir suratsızdı. Yolda da kafasını çıkarıp ilk kusan o oldu. Kottayam'da indiğimizde onların da Kumily'e gideceklerini öğrendim ve bu arada çok da fena vicdan azabı çekmeye başladım. Meğer kızcağız suratsız falan değil, fena halde hastaymış. Çok temiz yüzlü, kibar bir çift. Ve anladığım kadarıyla ciddi bir gıda zehirlenmesi geçiriyor. Erken karar vermenin sonuçları. Geçen sene bir yanlış anlama yüzünden Vietnam'da bağırdığım adamcağızın yüzü bile hala aklımdan gitmiyor. Bana haksızlık yapılmasını sevmediğim kadar başkalarına yapmayı da sevmiyorum. Fazla hassasım bu konularda..Kumily'e gelir gelmez hastaneye gittiler. Daha sonra çocuğa rastladım, tahmin ettiğim gibi gıda zehirlenmesiymiş, bir gece hastanede kalacakmış kız arkadaşı.
Biraz bekledikten sonra bize katılan bir Fransız çiftle daha otobüse bindik. Bu sefer yol uzun, 5 saat kadar. Şöför yine bastıkça basıyor. Arada biletçinin verdiği biletleri kontrol eden iki müfettiş de biniyor otobüse.
Kumily yolu yemyeşil, köyde de inanılmaz bir turist kalabalığı var. Oda fiyatları uçmuş. Bir iki yere bakıp, Greenview'a geldik. Ama burada da odalar çok pahalı. Adam tur alırsanız ucuza veririm demiş. Sinir oldum. Ben çantaları alıp, yolun kenarına gölgeye çöktüm. Ersoy oda aramaya başladı. O sırada tur almazsanız oda yok diyen adam çıktı, beni beklerken görünce, gel içerde bekle, bir çay iç diye beni davet etti. Yine erken karar vermeniz zararları...
Ersoy odayı buldu, yerleştik. O uyuklarken ben gidip bütün köyü dolaştım. Olup olacağı bir saat bile sürmedi. Yine gruplar, dükkanlar. Arada kalan yeni açılmış bir yer buldum, Coconut Garden. İçerde sahibesi Alman kız çiçek ekiyor, yavru bir köpek, bir kedi. Sadece üç masaları var ama hem ucuz, hem de çok rahat. Günün kalanını orada geçirdim, akşam Ersoy da bana katıldı, saat on gibi artık donmaya başlayınca döndük.
Buralarda hala sözümona içki yasağı devam ediyor. Bir ara sıkıldım, bari yanımıza bir ufak şişe rom alayım dedim. Daha dağlarda birkaç günümüz var, gece çok soğuk oluyor. Alman kız tarif etti, yürümeye üşenip bir rikşaya bindim. Burada da içki satan topu topu bir dükkan var. Çoğunluk yerin ruhsatı yok, birayı masa altından, hatta kahve kupalarında veriyorlar. Dükkanın önünde bir kanal var, üstüne biri gidiş, biri dönüş için iki ayrı köprü yapmışlar ama ortalık ana baba günü. Girişte upuzun bir sıra ve tabii ki hepsi eteklikli amcalar. Beni uzaktan görünce bile gülmeye başladılar. İneceğim ama hayatta o sıraya giremem, bu Hintlilerde sıraya girince genelde taciz sözkonusu..Rikşacı baktı inmiyorum, ''Go, go!'' diye yolladı beni. Yaklaşınca birkaç genç sırıtarak geç bakalım sıraya gibisinden hareketler yaptılar ama yaşlıca olanlar beni onlardan kurtarıp çıkışa yolladılar hemen. Tersten girdim dükkanın önüne, rom isteyeceğim ama yüz çeşit içki var burada. Daha önce aldığımızın adı geldi aklıma, ondan istedim. Onun da çeşitleri varmış, iyi olanını ver dedim. Sadece 125 rupi. O sırada adamlar bak bu daha ucuz diye başka markalar da gösteriyor. Paranın üstünü aldım, atladım rikşaya. Bu sırada artık sırıtmayı bırakıp bana açık açık kahkahalarla gülmeye başladı sıradakiler. Olsun, en azından keyiflendirdim ya vatandaşları. Bir hafta anlatırlar artık ne alacağını bilmeyen aptal turist hatunu.
Ertesi gün yine bir rikşayla anlaşıp önce baharat bahçesine, oradan da çay fabrikasına gittik. Ben ikisinde de çok eğlendim. Baharatları bize gezdiren rehber çok tatlı bir adamdı, bir sürü ...elması yedirdi bize. Adını unuttum ama sevdiğim bir meyve. Köri, karanfil, kakao, kahve ağaçları, kakuleler, vanilya, karabiber, dev limonlar, minyatür ananaslar ve daha bir sürü bitki ve çiçek. Oradan gittiğimiz çay fabrikası kapalıymış ama görevlisi bizi karşıdaki farklı bir fabrikaya yönlendirdi. İçerde gezen başkaları vardı, bizi bekçi kulübesine oturttular ama bir bey gelip bizi ofise davet etti. Türk olduğumuzu söyleyince, çay tadılan yere götürdü. Muhabbet ederken baktı Ersoy çaydan anlıyor, çok şaşırdı. Giresun'daki çaylıkları da öğrenince gözleri parladı, alıp bizi kendi gezdirmeye başladı. Meğer fabrikanın sorumlusuymuş. Çok eğlendim.
Günün geri kalanını önce dolaşarak, sonra da Coconut Garden'da bitirdik. Bir ara ev yapımı çikolata almak için girdiğimiz bir dükkanda rafta Türk zeytinyağları gördük. 125 ml'lik ufak tenekelerde riviera yağ. Meğer burada masaj için kullanıyorlarmış. Dükkandaki çocuğa biz bununla yemek yapıyoruz deyince çok şaşırdı. Bir de bizde ne kadar ucuz olduğunu..Biraz yüzü bozulmuş gibi gelince cevabı bilmeme rağmen siz neyle yemek yapıyorsunuz diye sordum. Cevap elbette hindistancevizi yağı. Bak dedim, bizde de o ufacık şişelerde masaj ve cilt için kullanılıyor, çok pahalı deyince gülmeye başladık.
Dün sabah erkenden bu sefer de Munnar'a gelmek için yola çıktık. Yol yine viraj ama manzara yemyeşil. Komunist parti bayraklarıyla süslü köylerden geçtik. Seçimler yaklaşıyor ya, politikacılar olağan voltalarını atmakta. Ama bu kadar sık yolculuk yapmaktan her bir organım yerinden oynadı, öndeki koltuğa çarpmaktan da dizlerim çürüdü. Hatta bu kadar zaman plastik koltuklarda oturmaktan hayatımda ilk defa pişik kremi bile almak zorunda kaldım. Sabah soğuğunda donmak da cabası. Ama Munnar'a yaklaşırken çaylıkların manzarası herşeyi unutturdu. Bugün de bir tura gittik, her yer çay. Adamlar 2000 metrenin üstünde bile çay yetiştiriyor. Bir çay fanatiği olarak hepsini verin içeyim demek geliyor içimden. Uçsuz bucaksız araziler, aralarda işçilerin kaldığı kulübeler. Şu an çok kuru olmasına rağmen hala tarlalarda elle çay toplayan kadınlar. Buranın yeşilliğini özleyeceğimi biliyorum.
Ama bu yeşilliğin bir kısmını da okaliptüs ağaçları oluşturuyor. Bu ağaç aslında özellikle bataklık arazileri kurutmak için kullanılır ama normal toprakta felaketler yaratır çünkü suyu bitirir. Üstelik yere düşen yaprakları da asidik özellikleri yüzünden başka bitkilerin büyümesine izin vermez. Manzaraları güzel olsa da ekolojik bir felaket habercisi.
Bir de mutlaka kaldığımız oteli yazmam lazım. Bunun da adı Greenview GuestHouse. Benim deyimimle Auschwitz GuestHouse. Adamlar odaya bir yasaklar listesi asmışlar ki, sormayın. Hani odada sadece uyumaya ve duş yapmaya izin var. Onlar da belli şartlara bağlı. Banyoda da yapılması ve yapılmaması gerekenlerle ilgili ayrı bir liste var. Tamam temiz ama buradan ayrılmaya can atıyorum. İçimi daraltıyor bu kadar kural. Ayrılmadan fotoğrafını çekip, siteye koyacağım.
Bugün gittiğimiz turdan ben erken döndüm. Zaten 3'te yemek için durduk, kalan manzara yerlerini görmek yerine köyde yürüdüm, battaniyeleri koyup otobüs yolculuğu yastığı yapmak için yastık kılıfı almak gibi yararlı işlerle uğraştım.
Ve de yolun başından beri ilk defa bloğu tam olarak güncelleyebildim.Yaşasın!
Şimdi gidip yol kenarındaki çaycıda çayımı içip karşıdaki tapınağın ayin şarkılarını dinleyebilirim.
Yarın yol Ernakulam'a, yani Cochin'e gider artıkın..

2 yorum:

Adsız dedi ki...

What charming topic

Adsız dedi ki...

Hi all. How are you?