Valla özlemişim ben bu şehri. Aslında şehirden çok Arda, Joe ve Wade'i..Kendimi eve dönüyormuş gibi hissettim, hele de otobüs garajında bizi bekleyen Joe'yu görünce. Bir ağlamadığım kaldı, onu da yapmaya utandım..
Joe bizi hemen eve götürdü, bahçede yeni yapılan Türk köşesine oturtup bana buz gibi bir beyaz şarap getirdi. Kendimi cennette sandım o an. Arkasından Arda ve Wade gelince, hele bir de yemekleri -gerçek pide, ızgara köfte millet- ve de rakıyı görünce uçtum. Şaka sanmayın, rakıyı kaçırınca gerçekten uçmuşum...
Oradaki az zaman boyunca (pek az değil ama bana öyle geldi) herşeyi yaptık herhalde. Arda ve Wade çoğunlukla çalıştıkları için Joe bizi heryere götürdü, rehberlik yaptı. Onlar da işleri bitince bize katıldılar..İsim isim saymak zor ama sanırım Cape Town'da gitmediğimiz yer kalmadı. İnanılmaz yemekler yedik, şaraphane şaraphane gezip güzelim şaraplar tattık, hatta Güney Amerikalı arkadaşlarının karnaval partisine bile gittik de ben striptiz dans yarışmasında birinci bile oldum. Ama soyunmak falan yoktu, yanlış anlaşılmasın!!!!
Alışverişlerime de büyük bir sabırla dayandılar, hatta kumaş almam için bile Sue götürdü beni dükkanlara..O olmasa hayatta bulamazmışım...
Son gün bile uçak kalkmadan önceki saatlerimizi boş geçirmeyip Kirstenbosch Botanik Bahçesi'ne gittik..Tek kelimeyle bayıldım..Git oraya, bütün gün çimlerde yat, şarabını iç, yemeğini ye..Üstelik yüzlerce güzelim bitki arasında..Daha ne ister insan hayattan??
Böyle bir hayatın varolabileceğini bilmiyormuşum demek, o kadar gezmeye, o kadar yaşamaya rağmen..
Cape Town'dan ayaklarım geri geri giderek ayrıldım. Allahtan bizimkiler haziranda İstanbul'dalar...
Şimdi bir tek Dubai kaldı , gerisi memleket...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder