Sayfalar

10 Ocak 2008 Perşembe

SAIGON

Ben bu sehri gercekten cok sevdim ama ufaktan yol almak lazim. Burada cok guzel insanlarla tanistim, ne tesaduf ki ikisi Hirvat cikti. Benim gibi sigara icen, peynir, yogurt ve zeytin ozleyen tipler. Hani bize memlekette yabancidirlar ya, buralarda Hirvat gorunce komsu gormus gibi oluyor insan. Tek sorun, muhabbetin bir yerden sonra yemeklere sarmasi ve toplu halde fena halde acikmamiz. Tabii, biz yogurdun faydalarindan bahsederken, bir suru insan da garip garip bize bakti. Ne anlar yabanci yogurttan?
Burada tek sorun saticilar. Fena halde bikmaya basladim ama yine de “Hayir, tesekkurler” derken gulumsemekten kendini alamiyor insan. Cogu kadin ya da genc kiz, unlu kitaplarin ya da rehber kitaplarin korsan baskilarini satiyorlar. Ellerinde kule gibi 20-30 kitap. Uzuluyorsun ama benim icin de tasimak kolay degil sonucta. Cantam olmus milyon kilo, tek mudum guneye gitmeden Bangkok'ta birakacak yer bulmak. Bir iki hafta once Katar Havayollarinin sayfasindan klubune uye olduk, boylece 20 yerine 30 kilo tasima hakkimiz var ama bu kadar agirligi, kot pantolonu falan bir ay yanimda bosuna tasimak istemiyorum. Bulacagim artik bir yolunu.
Bu aralar Istanbul 0 dereceymis ve nem de %100. Kolay gelsin demekten baska birsey gelmiyor elimden. Buralar epey sicak da :))
Saigon'da zaman guzel gecti. Ufaktan satici cocuklara da alismaya basladim. Bu cocuklar aslinda insani epey sikabiliyorlar ama gulumseyerek hayir deyince, hatta ufaktan muhabbet de edince hoslarina bile gidiyor. Birsey almadiginiz zaman kizmiyorlar, ofkelenmiyorlar. Hoi An'daki plajda da saticilar buna benziyordu. Lafa genelde “Nerelisin?” diye sorarak baslayip, biraz konusup, sonra satmaya calisiyorlardi. Fazla pazarlik da yapmiyorlardi, aslinda yapamiyorlardi bence. Sadece “Fiyatin fazla oldugunu biliyorm ama satmam lazim” diyorlardi. Anlasilan burada da ufak capta bir mafya olusmus, normalin bes fiyatina satmaya zorluyorlar zavallilari..
Disardan bu ulkeler cogumuza ayni geliyor. Hatta cekik gozlu olduklarinda insanlari birbirinden ayirmiyoruz bile, ayni onlarin bizleri ayiramadigi gibi. Bu dogru, biz birbirimize farkli gelebiliriz ama onlar icin aramizda pek fark yok. Ustelik dikkatli bakinca inanclari hakkinda bile epey sey ogrenmek mumkun.
Saigon'da dolasmak cok kolay. Yurumek rahat, diger bircok yerin aksine burada kaldirimlar motorsiklet dolu degil-en azindan cogu yerde. Hatta bazi ana caddelerde motorlar icin ayri bir serit ayrilmis. Taksiler bol ve rahat, soforler bir yolcu biner binmez camlari kapatip, klimayi aciyorlar. Biz hic pazarlik falan etmedik, hepsi hic sorunsuz taksimetreyi acti, ustelik yolu uzatmaya falan da calismadilar. Sadece havaalanindan bizi getiren taksici “Mutlu Yillar” diyerek bahsis istemisti.
Bu bahsis isi de bir garip buralarda. Basta Laos olmak uzere cogu yerde alisik degiller. Ama birakinca da seviniyorlar. Biz de az cok biraka biraka geziniyoruz.
Buradan Kambocya'ya tekneyle gecmeye karar verdik. Hazir giderken bari Mekong deltasinda bir tur yapip, oyle gidelim dedik. Zaten turu Phnom Penh'te bitiren programlar var. Araya taraya en sonunda su unlu Sinh Cafe Travel ile yapalim dedik, o kadar sahtesini gordukten sonra gercekten varoldugunu gormek komik geldi. Almisken de 2 gece-3 gun suren turu aldik. Iyi ki de yapmisiz. Yararini daha sonra gorduk.
Tur oldukca guzel gecti ama gunes bize Vietnam'da yuzunu gostermemeye kararli olunca, epey gri gunler yasadik. Sadece son sabah gorebildik yuzunu. Bir kalktik, gunes var, sansimiz dondu sonunda.
Olur mu? Daha once yazmistim ya, bebek laptopumun sarjini unuttum diye. Saigon'da son aksam Ersoy yatmaya erken gidince ben epey oturmustum. O arada orada calisan kizlara Ingilizce calistirayim derken unutmusum.Taa turun ilk gununun aksami aklim basima geldi. Bulurduk, bulamazdik, yok Bangkok'u bekleyelim, yok yenisini alalim deyip, hangisini almak lazim diye babacigimi ararken, hadi dedik, bir rehberimize soralim, belki o yardim eder dedik. Biz Turkiye'de herkesin olmadik mallarini olmadik yerlerden buldurup getirttiyoruz ya, belki burada da yapilir diye dusunduk. Otelde bizim rehberi bulamadik, obur grubun rehberi geldi. Zar zor derdimizi anlattik ( rehber falan, ingilizceleri cogunun felaket). Bir suru yerle konustu, geldi “OK, don't afraid” dedi. Hadi bakalim dedik. Sonucta unuttugum yer otelin yaninda bir cafe, acentada veya otelde unutmadim aleti. Ama ikinci gun oglende tekrar otobus degistirdigimizde yeni gelen rehber sarji getirdi. Icim nasil rahatladi anlatamam. Bu aletcigimin en sevdigim yani bana internet cafelerde oturma zorunlulugu olmadan yazma ve bazen de internete girme ozgurlugu vermesi. Pilim olmadan bunu yapamam ki....
Bu arada sozumona yabancilarin tur yaptigi bir acentanin arabasindayiz ama cogunluk burali gibi. Vietnamca konusup, sokak saticilarindan aldiklarini afiyetle yiyorlar. Yol boyu birkac kere konustuk, nereli olduklarini sordugumda bir aile Avustralya, bir cift de Amerika dedi. Yok ya! Ingilizceleri kotu, tipleri belli, dili konusuyorlar catir catir, hala Vietnam'li degiliz diyorlar. Boyle iste, zamaninda kacmis aileler ya da cocuklari bunlar. Kafamda bir soru isareti kaldi...Madem israrla burali degiliz diyorsunuz, o zaman neden geliyorsunuz, neden cok ozledik diyerek yemeklerini yiyorsunuz? Garip isler, boyle gidiyor iste.
Son gun oglene kadar yine tur yapip bir suru kanoyla dolastiktan sonra bizi sinira goturecek buyuk tekneye bindik. Kambocya vizesi sinirdan alinabiliyor, 20 dolar. Teknede acentanin bir gorevlisi bize formlari doldurttu, resimleri, pasaportlari aldi, bir yerde de karaya cikip bir motora atladi, kayboldu. Tabii ki karadan daha hizli gidiliyor, bu da tamamen sinirda vakit kaybetmemek ve ufaktan para kazanmak icin. Cunku 20 yerine 22'ser dolar odedik. Onemli degil, kuyrukta beklememeye deger.
Sinirda karaya cikip, pasaportlari alip, tekne degistirdikten kisa bir sure sonra tekrar durduk. Tamam, vizeler yapistirilmis ama giris damgasi vurdurmak lazim. Asil sorunu da orada yasadik zaten.
Kuyruga girdik, sira bana geldi. Verdim pasaportu, formu, gorevli inceleyip duruyor. Ilk sayfa ayrilmis gibi,”Neden oldu?” diyor bana. Nereden bileyim, bu pasaportla butun Guney Amerika'yi gezdim, ustune de bir suru yere gittim. Bazi yerlerde caarrrtt diye aciyorlar, bizim super kalite pasaportlar dayanmiyor iste. Adam fena takti, formdaki harfleri, sayilari duzeltiyor, yaparken de nasil somurtuyor, anlatamam. Sonradan farkettim, adam rusvet alabilmek icin yapiyor bunu, ama biz pasaportta sorun olmadigini biliyoruz ya, rahat rahat bekliyoruz, eninde sonunda basacak damgayi. Onbes dakika sonra basti damgalari, verdi pasaportu. Ersoy'da sira. Tam icim rahatladi giderken Ersoy seslendi, adam beni geri cagiriyor. “Eyvah” dedim icimden. Aldi yine pasaportu, bir Ersoy'unkine, bir benimkine bakiyor.
Evet, buyuk sirrimi acikliyorum. Benim bir yesil pasaportum var. Laos'tan Vietnam'a ucarken de Lao Havayollari bana inanmayip, ta Hanoi ile gorusmuslerdi. Bu sefer durum daha ciddi. Adam cagirdi birilerini, yaklasik yarim saat benim pasaportun fotokopileri cekildi, telefonlar edildi. En sonunda omzunda uc yildiz olan bir adam bile geldi, ciddi bir yuz, azarlayip duruyor digerlerini. Hicbir yere gidemiyorum, Ersoy'a tekneye git bari, bensiz gitmesinler dedim. Gunes altinda yaktim sigarayi bekliyorum. Bir suru insan bana bakiyor, sanki uluslararasi aranan bir suclu gibi hissettim kendimi. Ama bu arada daha biraz once suratima bakmayan adam gecerken bene gulumseyip duruyor. Epey sonra gorusme masasina cagrildim. Pasaportunda sorun olanlarin gorusmeye alindigi yer. Neler geciyor kafamdan ama...En kotu ihtimal diyorum, Ersoy gider, ben bir gece kalirim, nasil olsa anlarlar yanlislik yaptiklarini. Sonra sinirda nasil yatmistim diye anlatirim diyorum. Ya da en kotu ihtimal almazlar beni, artik Saigon'dan Tayland'a ucak bileti nasil bulurum diyorum.
Oturdum masaya. Ama bir de gariplik var. Butun polislerin, gorevlilerin tavri cok farkli. Hepsi gulumsuyor. Buralarda sinirlar hakkinda cok sey okudum ya, benden koparmak istedikleri parayi dusunup guluyorlar diyorum icimden. Karsimda bu sefer sivil, cok iyi Ingilizce konusan gencten bir adam. Ayni uc yildizli amca gibi kolunda altin Rolex, parmaginda koca bir pirlanta. Basliyor sormaya “Buraya ne icin geldiniz, ne kadar kalacaksiniz, vs. vs....” Diyorum turistim, en fazla iki-uc hafta kalacagim. Hatta “Bu gece burada kalmam gerekecek mi?” diye bile sordum. Adam saskin saskin bakti yuzume, “Yok hanimefendi, olurmu, birazdan hallolur” dedi. Allah allah, bana once uluslararasi suclu muamelesi, sonra “Hanimefendi”. Yani azicik garip bir durum. Fena korkmusum zaten, aglamama ramak kalmis...Derken pasaportumn fotokopisini uzatti, arkaya yazi dedi. “Ne yazayim?” derken acikladi. Meger benimki yesil pasaport oldugu icin normal turist vizesi degil, degisik bir vize almam gerekiyormus. Normallerin suresi bir, benimkinin uc aymis. Megerse yanlis vize verdikleri icin benim sorun cikarmamdan korkmuslar. O kalabalik omuzlu amcanin gelmesi, telefonlar hep o yuzdenmis. Yani adamlar aslinda ben sikayet edersem baslarinin belaya girmesinden korkmuslar. Tabii en cok korkan da damgayi onbes dakika sonra basan asik suratli adam, hem surat as, hem rusvet bekle, hem de yanlis vizeyi damgala.
Sonuc? Aynen soyle bir kagit yazdim, imzaladim:” Buraya turist olarak iki ya da uc hafta icin geldim. Ozel vizeye ihtiyacim yoktur ve talep de etmiyorum”.
Yani ben adamlardan korkarken, megerse onlar benden daha cok korkuyormus. Elli kere ozur dilediler benden. Ben de tesekkur edip, pasaportu kapip, ucarcasina gittim tekneye. Bir de milleti beklettim diye uzuluyorum. O da bosunaymis. Avrupali bir adamin pasaportunda delik oldugu icin benden yarim saat daha gec geldi.
Boylece merhaba Kambocya dedik..
Bu son tekne artik Capitol Tours'a ait. Anlasilan Sinh Cafe burada bu acentayla calisiyor. Bu hizli tekne galiba. Galiba diyorum cunku tahta degil ama gordugum en dokuk tekne. Sozumona birkac cami var, pleksiglas, cogu yerlerde. Tuvaletine bakmayi denemedim bile. Yol boyu uyukladik. Son duraktan Phnom Penh'e arabayla gitmek gerekiyor. Tikistik iki Hyundai minibuse, ciktik yola. Normalde bir saat surecek yol, insaatlar ve trafikle iki saatti buldu. Ersoy cok mutlu, Vietnam'da tapinak gorememisti, burada heryerde var. “Eve gelmis gibi oldum” diyor.
Minibus adet oldugu uzere Capitol'un hostellerinin onune cekti. Bu sefer Ersoy oturdu, ben yer aradim. Burada kalmak istemiyorum cunku daracik bir ana cadde, kalabaliktan nefes alinmiyor. Hemen iki blok kadar arkada baska biryer buldum, yerlestik, bir tuk tukla nehir kiyisinda biraz dolasip, donup uyuduk.

Hiç yorum yok: