Annem bana küçükken "Sen kitapları okumuyorsun, sömürüyorsun" derdi. Haklıydı anneciğim. Bana o zamanlar normal gelirdi ama şimdi bakıyorum da hangi ilkokul çocuğu hediye olarak kitap ister? Hem de bütün yıl boyunca. Ya da hangisi benim gibi kendine alınan kitabı bir günde bitirip, bir de kardeşininkine el koyar? Ben öyle bir velettim işte. Çok daha sonraları ailemden para almadan kendi kazandığımla yaşarım ben dediğim, o yüzden de açlık sınırlarında gezdiğim zamanlarda bile üç kuruş paramı yemek yerine kitaba verdiğim çok oldu. Artık o zamanlar geride kalsa da hala okuyorum, bu seferse tek zorluk vakit darlığı..Bir zamanlar "Okumak isteyen insan vakit bulur, gerekirse tuvalette okur" diyen ben duş yaparken okunabilecek su geçirmez kitap rüyaları görmekteyim bu aralar. Olan zavallı otel çalışanlarına ve bana oluyor. Hala hepsini okuyamayacağımı bildiğim halde turlarda yanımda bir çanta kitapla geziyorum. Tam Nasreddin Hoca hikayesi: Olsun, ya vaktim olursa..Çantayı taşımayı kitapsız kalmaya bin kere tercih ederim.
Bu aralar dediğim gibi, para kazanma derdine düştüm. Kazanayım ki, kışa rahat rahat gezebileyim. Şimdilik, daha önce de dediğim gibi, gezi,ülke kitapları yorumlarıma devam edeceğim..Hani çok gezen de değil, okuyan da değil cinsinden..
Arada kitaplara bakıyorum, bir sürü notlar almışım okurken. Bazısını çok beğenmişim, bazısıyla da dalga geçmişim. Ama hiçbir zaman yazanın emeğine duymak gereken saygıyı unutmamak lazım. İçeriği tartışırım ama oturup yazmış, bir de bastırmış insanlara da saygı duymak lazım. Yazdıklarını beğenmemiş olsak da. Değişik yaşamlardan, çevrelerden gelen insanların yazdığı kitapları okumanın bir güzel yanı da herkesin o kendine has fikirlerini, gözlemlerini duymak. Sonuçta kimse bir tarihçi ve lise öğrencisinin gözlemlerinin aynı olmasını bekleyemez. Oysa ki biri diğerinden kötü değil, sadece farklıdır. Bir ülkenin bambaşka ikiyüzünü anlatırlar yazılarında.
Ben bu konuda çok zorlanıyorum. Bu sefer yine çok beğendiğim bir kitaptan bahsetmek istiyorum ama emin olun beğenmediklerime de sıra gelecek.
Ve sakın bu sayfanın bir kitap eleştirisi sayfasına dönüştüğünü de düşünmeyin, sadece kendim tekrar gidene kadar başkalarının yazıları hakkında ne düşündüğümü söyleme özgürlüğümü kullanıyorum. Yani hala böyle bir özgürlüğümüz varken bu memlekette..
Bu sefer hakkında yazmak istediğim kitabı okuyalı çok oldu ve yanımda da epey gezdi ben üstünde aldığım notları toparlayacağım diye. Yazarı Aydın Cıngı, daha çok kısa bir zaman önce de kendisinin bir arkadaşımın babası olduğunu öğrendim. Ama emin olun, arkadaşımın babası olmasının yazacaklarımla bir ilgisi yok. Böyle bir beyefendinin de buna ihtiyacı yok zaten. Kendisini alanında kanıtlamış bir siyasetbilimci.
Belki gittiği yerler hakkındaki bilgisi, belki de samimi yazım tarzı gitti bu kadar hoşuma. Kitabın başlangıcı yakaladı beni zaten: Gezmek: Fotoğraf makinasıyla ya da onsuz..Hani her gezenin başına gelir ya. Makinayı taşımak hem dert, hem bela olur başımıza da hala evde bırakamayız bir türlü. Daha o bölümü okurken dedim "Valla biliyor bu adam" diye.
Kitapta gittiği yerlerin siyasi geçmişini de bugüne bağlayarak o kadar güzel anlatmış ki, o sıkıcı "siyaset" kelimesi benim bile hoşuma gitmeye başladı sonunda..Bazı gezileri yıllar öncesinden kalsa bile sorunlar ve etkileri hala güncel.
Hem Uzakdoğu, Güney Amerika, Hindistan, Nepal ve Afrika'dan keyifli hikayeler, hem de sıkılmadan okunacak ciddi bir yakın geçmiş tarihi okumak isterseniz alın derim. Baktım, heryerde satılıyor.
Okunası kitap gerçekten..
Bu kadar muhabbet yeter artık bana. Yazacak çok şey var ama klasik özür "Zaman yok". Kalmadı işte. Yarın sabahın köründe Güney Amerika karması grubumla uzun bir tura başlayacağım. Ankara, Kapadokya, Konya, oradan ver elini Ege..
Ama bu sefer anlatan ben olacağım..İnsanları uyutmadan, sıkmadan tarih anlatmanın ne demek olduğunu bana sorun. O yüzden takdir ediyorum ya güzel yazanları..
Sağlıcakla kalın efendim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder